6 Aralık 2010 Pazartesi

Deniz Dünyası, Estergon ve Samsa Üzerine..



Bir iki hafta önce gazetede gördüğüm bir haber üzerine Ankara Keçiören'de açıldığını öğrendiğim "Deniz Dünyası"na havanın da güzelliğini gördükten sonra çocukları da alıp gitmeyi kafaya koydum.

Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra çocuklara da verdiğim sözü tutmanın rahatlığı içerisinde Keçiören'e doğru yola çıktık. Yollar Pazar günü öğle saatlerinde oldukça tenha idi. Deniz Dünyası'na geldiğimizde çocukların heyecanı iyice artmıştı. İçeriye girerken Yetişkin 3 TL, 6 yaş üzeri çocuk 1 TL ve 6 yaştan küçük çocukların ücretsiz olduğunu öğrendik. Hatta kapıdaki görevlinin benim çocuklara baktıktan sonra onlara ücretsiz olduğunu söylemesi ve fazladan verdiğim 2 TL'yi iade etmesi de güzel bir davranıştı.

Türkiye'nin ikinci büyük akvaryumuna sahip olan Deniz Dünyası'nda Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Hazar Denizi ile Türkiye'nin nehir ve göllerinden toplanan 5 binin üzerinde balık bulunuyor.
Ahtapot, aslan balığı, mersin balığı, soytarı balığı, arapaima gigas ve ciklet gibi balık türlerinin sergilendiği akvaryumu gezmeye gelenler, bazı balıklara dokunabilecek, hatta elleriyle besleyebiliyorlar.
Paramızı verdikten sonra içeriye girdik ve dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş olan balıkları incelemeye başladık. İçeriye ilk girildiğinde verilen izlenim oldukça iyi idi.



Devasa akvaryumlar içerisinde yer alan bir sürü fantastik renkli balıkları birlikte izlemeye başladık. Özellikle bazı balıklar büyüklerin de oldukça ilgisini çekiyordu. Tünel akvaryuma girdiğimizde ise üzerimizden geçen vatozların uçar gibi yaptıkları hareketlere hayretler içerisinde bakakaldık.




Tünel akvaryum içerisinde cama yaklaştığımızda başımızın dönmesi ve ne de olsa bir miktar basınç yememiz insanı tuhaf bir duyguya yönlendiriyor. İkinci galeride hayatımda gördüğüm en büyük piranhaları gördüm. Ağızlarını açıp kapadığında bugüne kadar seyretmiş olduğum canavar balık filmlerini hatırladım.


3. salonda ise yağmur ormanı görüntüsü verilmiş bir salon vardı. Burada kütükten masalar, güzel bir havalandırma ile birlikte gerçekten bir ormanın içerisinde olduğumuzu zanettik. Daha küçük akvaryumlarda ise yengeç, denizyıldızı gibi daha küçük deniz canlılarını görmek mümkündü.



Dışarıya çıktığımızda ise çocukların ısrarı üzerine hiç istemesem de onlara pamuk şeker aldım. Saatin daha erken olmasından dolayı biraz daha gezebilirdik. Uzun süredir gitmek istediğim Estergon Kalesindeki müzeye gitmek hem yakınlık hem de ilginçlik açısından daha faydalı olacaktı.

Keçiören'deki şelaleri izleyerek oldukça heybetli görülen Estergon Kalesine ulaştık.


Müzenin kapısından girdiğinizde karşınıza oldukça heybetli bir şadırvan ve çini-vitray karışımı süslemeler geliyor. Her iki tarafta bulunan merdivenler ile yukarıya müze kısmına çıkılabilir. Girişte yazılan kat planlarına göre bazı kısımlar kapalı ve hatta nasıl çıkılacağı belli değildi. Bunda asansörün çalışmamasının da etkisi vardı.


Neyse müze kısmına merdivenlerden çıkarak vardığımızda özellikle Ankara Etnografya Müzesine benzer bir görüntü ile karşılaştık. Olukça güzel dizayn edilmiş olan Türk Kültürüne ait sahneler mankenler ile canlandırılmıştı. Buna örnek olarak Hamam, Sünnet, Kına Gecesi, Oturma Odası verilebilir.

Tabi eski bir Ankaralı olarak Ankara Seymenleri ve macunu bitmiş olan macuncuyu da saymam gerekiyor. Çocukların oldukça ilgisini çeken bu sahnelerin yanısıra çok sayıda eski eşya da müzedeki yerini almış. Özellikle savaş aletleri ilginçti diyebilirim.

1400'lü yıllarda yazılmış olan Kuran-ı Kerim'in 17 senede yazılmış olduğunu öğrenmek ise eski çağlarda yazı sanatının ne kadar sabır isteyen bir iş olduğunu bana yeniden öğretti. Biz şimdi bazı raporlar için bir iki gün bekleyemiyorken senelerce aynı konu üzerinde çalışmak, yaptığın hatanın geri dönüşünün olmaması ve belki defalarca ayn ı işlemi gerçekleştirmek oldukça zor olsa gerek.

Müzeden çıktığımızda yeniden aşağı kata indik, burada Kastamonu, Ankara gibi illerden getirtilmiş olan eski işlemeli kapı örneklerini detaylı olarak inceledik. Bu kapıların çoğunluğu cami kapısı olarak yapılmış ve Ahiler tarafından işlenerek bulundukları yerlere nakledilmiş. Üzerlerinde bulunan işlemelerin hepsi gerçekten birer sanat harikasıydı.

Ben kapıların güzelliğini düşünürken çocukların da karınlarının acıkması neticesinde birşeyler atıştıracak bir yer bulma umuduyla merdivenlerden yukarıya doğru çıktık.

Değişik lokasyonlarda Özbek, Kırgız Kazak lokantalarını görünce gerçekten şaşırdım. Normal şartlarda dışarıda bulamayacağımız farklı lezzetlerin burada karşımıza çıkması açıkcası beni fazlasıyla şaşırttı. Özbek yemeği yemeye karar verdik. Karşımıza gelen menüde aslında hiçbir yemeği bilmediğimizi farkettik. Benim klasik olarak yapmış olduğum çeşitli yemekleri tadabilmek isteği burada da kendisini gösterdi ve karışık bir tabak söyledim.
Mekan hakkında daha detaylı bilgi için aşağıdaki link aracılığı ile facebook sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

http://www.facebook.com/group.php?gid=55659627667#!/group.php?gid=55659627667&v=photos

Yemeklerimizi yiyip, özellikle özbek pilavını, samsa ve özbek mantısını tattıktan sonra üzerine hakikaten Özbekistandan getirmiş oldukları çay ile demledikleri muhteşem çayı içemeden ayrılmak beni biraz üzdü.
 
Ama genel olarak oldukça güzel izlenimler ile mekandan yeniden gelmek ve bu sefer daha farklı kültürlere ait yemekleri denemek üzere ayrıldık Bir sonraki hedef Kırgız mutfağı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder