19 Nisan 2010 Pazartesi

Her Karar Doğru Mudur?

 

Uzun zaman önce okumuş olduğum bir makalede rastlamıştım. Bu makalede özellikle doğru karar alma süreçleri üzerinde durulurken bir yandan da bu karar alma süreçlerinin zamanlaması ile ilgili kıstaslara yer veriliyordu. Bunun sonucunda ortaya çıkan tabloda aslında hayat içinde insanların almış oldukları kararların pek de birşey ifade etmedikleri, çoğu, insanın karar alırken aslında çok önemli kriterleri gözden kaçırdıkları ve çok da fazla önemsemedikleri belirtiliyordu. Bütün bu tasvirler yapıldıktan sonra aşağıdaki şekilde bir tablo ile karar alma sürecinin bir kısmı şekilleniyordu;

Yalnış Zaman Yalnış Karar Külliyen yalnış olup herhangi bir şekilde düzeltilmesi mümkün de olmayabilir.
Doğru Zaman Yalnış Karar Doğru zamanda yalnış karar almak karar vericinin zamanlama kabiliyetinin olmadığını, bunun dışında olaylara doğru bir bakış açısı ile bakamadığını ifade eder.
Yalnış Zaman Doğru Karar Tezcanlılık olup, karar doğru bile olsa uygulamada sıkıntı olacağı aşikardır
Doğru Zaman Doğru Karar Çok nadirdir, doğru bir analiz ve karar alma süreci ile birlikte sabır da gerektirir.

 

Bu makaleyi okuduktan sonra ve yukarıda tablo kafanızda netleştikten sonra gerçekten vermiş olduğumuz kararların analiz süreçlerini genellikle boşverdiğimizi anlıyoruz. Önemli olan bunu düzeltmek ve doğru zamanda doğru kararları verebilmek.

Montaign’e Göre Aşk…

Dünya edebiyatında ilk olma özelliği dolaysıyla Montaîgne’nın Denemeler’i önemli ve özel bir yere sahiptir. Montaigne, bu eserinde değinmediği konu kalmamıştır. Genelde insanı eksen alarak, birçok konuya değinmiştir. Montaigne’in denemeleri üzerinden asırlar geçtiği halde, güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Zira Montaigne, denemeleri iyi bir gözlem, büyük bir yaşam tecrübesiyle yazmıştır…

Hayatı kuşatan birçok şey üzerine kafa yoran sanatçı, “Aşk Üstüne” bölümünde şöyle yazar: “Aşk dediğimiz şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir, gibi geliyor bana. Venüs’ün bize verdiği şey nihayet bir boşalma hazzı değil mi? tıpkı tabiatın başka taraflarımızın boşalmasına kattığı haz gibi. Bu haz ölçüsüzlük yahut hayâsızlık yüzünden kötülük haline geliyor. Sokrates’e göre aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur.”Montaigne, bu ifadesiyle aşkın fiziki boyutu ve verdiği haz üzerinde durur.

Montaıgne, aşkı hazza indirgeyerek onu hayvani bir düzleme çeker. Hatta aşkı haz olarak ele aldığı için, şehvet dolaysıyla hayvanlarla özdeşleştirir. “Biz pekâlâ hayvanlar gibi yeriz, içeriz; ama bunlar ruhumuzun göreceği işlere engel olmaz, bu işte hayvanlara üstünlüğümüzü gösterebiliriz. İşte gel gelelim öteki iş bütün düşünceleri emri altına alır, amansız hışmıyla bizi, hem de seve seve, insanlığımızdan çıkarıp hayvanlaştırır. Başka her yerde az çok nazik olabilirsiniz; başka bir iş kibarlık kurallarına uydurulabilir, ama bu işin hayvanca ve gülünç olmayan şekli düşünülemez bile. Bir arayın da bulun bakalım bu iş bilgece ve edepli bir şekilde nasıl yapılabilir? Büyük İskender, herkes gibi bir ölümlü olduğunu bir bu işte, bir de uyumada anladığını söylermiş.”Görüldüğü gibi Montaigne, aşkı tamamen şehvet anlamında ele almakta, şehvetin insanı hayvanlaştırdığı gibi aşkın boyutuyla insani olana ulaştırabileceğini söyler. Bütün bunlara rağmen, şehvet söz konusu olduğunda bilgelik ve kibarlıktan eser kalmadığının altını çizier.

Montaigne, aşkın doğal olduğunu ve tabiatın bizi bu arzuya doğru sürüklediğini anlatırken şöyle devam eder: “ Tabiat bir yandan bizi bu arzuya doğru sürer, gördüğü işlerin en soylusunu, en faydalı, en güzelini de ona bağlamıştır; bir yandan da bizi bırakır onu kötüleriz, ondan ayıp, günah diye utanır, kaçarız, perhizini sevap sayarız. Bizi yaratan işi hayvanlık saymaktan daha büyük hayvanlık mı olur? Türlü milletlerin dinlerinde vardıkları, kurban, mum yakma, oruç, adak gibi ortak taraflardan biri de cinsel arzunun köreltilmesidir. Onun bir cezalanması demek olan sünnet bir yana, bütün kanılar bu konuda birleşir. Hoş bir bakıma insan denilen bu budala varlığı yaratma işini ayıplamakta bu işe yarayan taraflarımızdan utanmakta pek de haksız değiliz ya… İnsanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye hep koşa koşa gideriz. İnsanı öldürmek için gün ışığında, geniş meydanlar ararız, ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz. İnsanı yaparken gizlenip utanıp utanmak bir ödev onu öldürmesini bilmekse birçok erdemleri içine alan bir şereftir. Biri günahtır öteki sevaptır.”

Montaigne, aşk üstüne bölümünde üzerinde durduğu şehvettir ve insanların şehvete hayvani bir eylem olarak bakmasını eleştirir ama kendisi de insanı hayvanla karşılaştırmaktan geri durmaz… İnsanlar doğum olayı gerçekleştirirken utanıp kaçmalarını, adam öldürürken ayan beyan yapmalarını yadırgarken, cinselliğin kapalı ortamlarda gerçekleşmesine pek anlam veremez. Daha doğrusu Montaigne, aşk üstüne yazdığı satırlarda, aşktan daha çok toplum veya dinlerin cinselliğe bakışını irdeler. Özellikle türlü milletlerin dini diye belirttiği şey İslam dinidir. Zira sünnet, kurban, oruç adak başta İslamiyet olmak üzere bozulmuş şekliyle Yahudilikte de vardır. Ama onun kastı özellikle İslamiyet’teki erkeğin sünnet olması, kurban kesme ve oruç tutmadır. Bunları anlamakta zorlanır Montaigne… Çünkü sünnet olma olayını cinsel arzunun köreltilmesi olarak anlar. Oysa İslam’daki erkeğin sünnet olma olayı, erkeğin cinsel arzunu köreltme değil daha keskinleştirmedir… Ortaçağ başta olmak üzere Hıristiyan dünyasında erkeklerin iğdiş edilmesi olayı oldukça yaygındır. Yine Hıristiyan keşişlerin kendilerini hadım ederek, bir nevi cinsel perhize girdikleri tarihi bir gerçektir. Montaing’in kendi dininden değil de başka milletlerin dininden örnek vermesi tartışmaya açık bir konudur. Montaigne göre aşk/cinsellik kendi içinde karmaşık bir olgudur. Bir yandan tabii/insani bir olaydır diğer yandan hayvani… Bu yüzden aşk/cinsellik üzerinden bir ikilem olarak anlatır. Aslında tabi olan bu duyguyla onun Hıristiyan bilinçaltı çatışır… Aşk üzerine söylediklerinde nerede durduğunu görmek mümkün değildir… Daha ilk satırında aşk hazza ve cinselliğe indirgeyerek konuyu farklı bir boyuta çeker. Bu yüzden onun aşk üzerine söyledikleri havada kalır… Doğru olan yaklaşımı ise bu tabii duygudan utanılmaması gerektiğini belirtmesidir…

Montaigne daha sonra “şu insan ne korkunç bir hayvan ki, kendi kendinden bu kadar iğreniyor, kendi zevklerini başının belası sayıyor” diyerek konuya yaklaşımını noktalar. Gerçekten insanı günah olarak gören Hıristiyanlıkta cinsellik insanı günaha götüren bir beladır. Montaigne, aklımızın her şeyi bozan aletin/cinselliğin peşine düştüğünü ve bu aletin öldürmeye kastettiği avın yine kendimiz olduğunu söyler… Böylece aşkın/şehvet/cinselliğin tehlikeli bir şey olduğunu belirtir.

18 Nisan 2010 Pazar

Nesine Yar Nesine..

Yine Yine Yeniden….

 

Uzun bir süredir yazmaya üşendiğim, belki de bilerek yazmak istemediğim bloğuma sonunda giriş yaptım.

Hani bazen insanın anlatacak çok şeyi olur ama hiçbirini de anlatmaması gerekir ya tam bu durumdayım. Kendim ve sırlarımla yaşıyorum hayatımı şu anda.. Ne “ne yaptığım” konusunda bir fikrim var ne de “bundan sonra” olacaklardan..

Sadece akıp gidiyor hayat… Engelsiz…Umursamaz ve acımasız bir şekilde.. Zaman geçtikçe azalan şeylerin yanında artan duygusal bunalımlar, benden ders çıkar demekte olan hatalar..

Sürekli gözünün önünden gitmeyen hayat dersleri ve örnekler olduğu halde işine gelmediği için bir türlü kabul edilemeyen hatalar.. Nedense hiçbirinden de ders çıkarılmıyor aksine hatada ısrar ediliyor.

Her zaman denmiştir ya “yasak hep caziptir”

Neyse uzun süredir yazmadığım çok şey vardı ama Livaneli’nin “Nesine Yar Nesine” parçasını gecenin bu saatinde dinlemenin zararlı birşey olduğunu yeniden anladım.

Yatar gül harmanı gibi
Canımın dermanı gibi
Her yanında çiçek açmış
Binboğa Ormanı gibi

Nesine Yar Nesine
Ölürüm ben Sesine
Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine

Canım sese mi geldin
Kadem basa mı geldin
Sağ olsam gelmez idin,
Öldüm yasa mı geldin

Nesine Yar Nesine
Ölürüm ben Sesine
Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine

Saçın Yüzüme perde
Yüreğim düştü derde
Ayak üstü duramam
Seni gördüğüm yerde

Nesine Yar Nesine
Ölürüm ben Sesine
Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine

Şimdilik bu kadar… Özüne dönen adamım yaşadığı hayattan hala birşeyler bekleyenlerin olduğunu öğrenmenin dayanılmaz hafifliği ile deniz kenarında simit bekleyen martının bakışıyla bakıyorum hayata..

Eminim ki bundan sonra herşey çok daha değişik ve anlaşılmaz olacak..