19 Aralık 2010 Pazar

KLAS Yılın En İyi Sağlık Bilişimi Yazılım ve Servis FirmalarınıYayınladı

KLAS bugün 2010 Yılının En İyi Profesyonel Servis ve Yazılım ödülleri ile ilgili raporunu yayınladı. Raporun içerisinde yıl içerisinde en iyi başarıyı göstermiş olan sağlık bilişimi firmaları bulunuyor, bu firmaların belirlenmesinde sağlık alanında çalışan 17.000 kişinin oyları kullanılmış.
KLAS'ın bu sıralamasında sadece firmaların performansı değil, ürünün kalitesi, devreye alınması, servis ve destek hizmetleri de etkili oluyor. Bu listede yer alan firmalar kendi kategorilerinde kullanıcı isteklerini tam olarak karşılamış sayılıyor.
Aşağıda 2010 yılı “Best in KLAS” ödüllerine layık görülen firmaların listesi bulunuyor.
Acute Care EMR
Epic EpicCare Inpatient EMR
Homecare
Homecare Homebase
Ambulatory EMR (Over 100 Physicians)
Epic EpicCare Ambulatory EMR
Laboratory
Siemens Novius Lab
Ambulatory EMR (26-100 Physicians)
eClinicalWorks EMR
PACS
DR Systems Unity
Ambulatory EMR (6-25 Physicians)
Greenway Medical PrimeSuite Chart
Patient Accounting and Patient Management
Epic Resolute Hospital Billing
Ambulatory EMR (2-5 Physicians)
e-MDs Chart
Pharmacy
Epic Willow
Business Intelligence/Reporting
Dimensional Insight The Diver Solution
Practice Management (Over 100 Physicians)
Epic Resolute/Prelude/Cadence
Cardiology
Digisonics DigiView
Practice Management (26-100 Physicians)
McKesson Horizon Practice Plus
Community HIS
McKesson Paragon
Practice Management (6-25 Physicians)
Greenway Medical PrimeSuite Practice
Decision Support – Business
Allscripts Sunrise EPSi Decision Support (Eclipsys)
Practice Management (2-5 Physicians)
e-MDs Bill
Document Management and Imaging
MedPlus ChartMaxx
Radiology
Epic Radiant
Emergency Department
Wellsoft EDIS
Speech Recognition
Nuance eScription
Enterprise Scheduling
Unibased Systems Architecture RMS
Surgery Management
Unibased Systems Architecture ORMS
Financial/ERP
McKesson Pathways Fin./Materials/HR Mgr

2010 Yılının En Profesyonel Servis Sağlayıcıları
Application Hosting (CIS/ERP/HIS)
Cerner
Planning and Assessment
Impact Advisors
Claims and Clearinghouse Services
Navicure
Revenue Cycle Transformation
Deloitte Consulting
Clinical Implementation Principal
Deloitte Consulting
Technical Services
ACS
Clinical Implementation Supportive
Innovative Healthcare Solutions Inc.
Teleradiology Services
Virtual Radiologic (vRad)
Financial ERP Implementation
ACS
Transcription Services
Webmedx
IT Outsourcing (Extensive)
CareTech Solutions Inc.
2010 yılı raporunda EPIC firması, 100 üzerinde 86.7 ile en yüksek puanı almış. Bu firmanın arkasından ise CareFusion ve 3M geliyor. En iyi servis firması ile Hayes Management (88.9) oldu, Deloitte Consulting Inc. ve CTG ise bu firmayı takip etti.
Raporun tamamına belirli bir ücret ödeyerek www.KLASresearch.com/top20 adresinden ulaşabilirsiniz.

Devrimin Küba Sağlık Sistemine Etkisi

Küba, 11 milyon nüfus ve 111 bin km2 yüzölçümüne sahip, kilometre kareye 95 kişilik nüfus yoğunluğu bulunan, göreceli olarak düşük bir yaşam standardında ve gelişmekte olan bir ülke olmasına karşın, sağlık alanında göstermiş olduğu büyük performans ile özellikle son yıllarda tüm dünyanın dikkatini çekmektedir.
Küba, 1959 Devrimi’nden sonra halk sağlığı konusunu öncelikli alanlar arasına almış ve çok kısa bir süre içinde sağlık sisteminde amaçladığı hedeflere ulaşmayı başarmış bir ülke olarak görülmektedir.
Devrimden önce, çoğu özel çalışan 6 bin hekim, 20 hastane ve bir tıp fakültesi bulunan bu ülkede, o zamanlar ortalama yaşam beklentisinin 60 yaşın altında olduğu bildirilmektedir. Difteri, tetanoz, boğmaca, kızamık gibi enfeksiyon hastalıklarının o zaman en büyük ölüm nedeni olduğu ve bebek ölümleri oranının da % 6’da bulunduğu bildirilmiştir. Bugün ise 61 .200 hekim, 21 tıp fakültesi ve 200 hastane bulunmaktadır. Doktorların büyük bir bölümünün (>%50) aile hekimi olarak çalıştığı bildirilen Küba’da doğum sonrası ölüm oranının % 0.6 olduğu ve bu oranla dünyadaki ilk 25 ülke arasında yer aldığı ortalama yaşın da 76 olduğu bildirilmektedir. 184 kişiye bir doktorun düştüğü bu ülkede, kişi başına doktor sayısı bakımından da dünyada ilk sırayı aldığı öne sürülmektedir.
Daha çok orta sınıflara paralı hizmet veren büyük özel sağlık kuruluşları ile, diğer kesimlere yönelik hizmet sunan küçük sağlık kuruluşları, hekimlerin kırlardan çok kentlerde yoğunlaşması ve eşitsiz dağılımı” şeklinde özetlenebilen bir tablo egemendi. 1 960’da oluşturulan ve daha çok koruyucu hekimlik ağırlıklı hizmet veren devletin sağlık hizmetleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Sağlık ve Sosyal Refah Bakanlığı ile, daha kapsamlı bir çerçeveye ulaştı. Kentlerde yaşayan yoksul kesimler için hastaneler açan bakanlık, bu arada çevre sağlığı hizmetlerine de girişti. Sağlık alanında üzerinde durulması gereken bir nokta da, yine diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, şeker kamışı alanında bulunan büyük şirketlerin, çalıştırdıkları işçiler için kurdukları küçük hastanelerdir.
1910-25 yılları arasında, Küba’da sağlık alanında önemli kazanımlar yaşanmış, aşılama ile çiçeğin kökü kazınmış, bir sivrisinek ile bulaşan “yellow fewer” denilen hastalık da eradike edilmişti. Sosyal güvence konusunda ise, 1916’da sadece işçilere yönelik, sınırlı sosyal sigorta yasası ile, 1934’de çalışanların eşleri ve kadınlar ile ilgili analık sigortası akla gelebilir. 1930-40 yılları arasındaki dünya bunalımı, Küba’da sağlık alanında yeni bir yönelime yol açtı. Sabit gelirli insanlara verilen sağlık hizmetinin kapsamı genişletildi, yeni hastaneler açıldı, yerel yönetimlerin sağlıkta ağırlığı arttı,vb.
1959’ daki devrim, sağlık alanındaki tabloya müdahale etmeden önce, Sağlık Bakanlığı örgütlenmesi, sağlık ve refah olarak iki alt birime ayrılıyordu. Sağlık departmanı, daha çok koruyucu hekimlik ve sağlık personeli ile ilgili sorumluluğa sahip, kendisine bağlı 6 eyalet ve 126 bölge temelindeydi. Yoksullar için 46 hastane, 1 dispanser, 13 kan bankası ve küçük bir diş servisine sahip olan Refah departmanı ise, ayrıca büyük kentlerde Kızılhaç desteği ile kurulan, birkaç ilk yardım merkezini de işletiyordu. Ayrıca tüberküloz, lepra, sifilis, çocuk, vb konularda da alt birimleri olan Sağlık Bakanlığı’nın bizdeki Hıfzısıhha Enstitüsü’ ne benzer, kurucusunun adı ile anılan Carlos Finlay Enstitüsü vardı. Ülkede devrim öncesi bulunan 6421 hekimin % 77’ si tam zamanlı ya da yarım zamanlı olarak, özel sağlık sektöründe çalışıyordu. Yaklaşık 28500 hastane yatağının ise, sadece 9000’ i, Sağlık Bakanlığı’ na aitti. Ek olarak, Küba’ nın her eyaletinde bir askeri hastane vardı.. Sosyal güvece, iş kazaları ve analık ile sınırlıydı. Doğum servisleri ise, sadece 4-5 hastanede, sınırlı yatak sayıları ile, mevcuttu. “Oriente” Eyaleti’ nde büyük bir uluslararası tekel olan United Fruit Şirketi’ nin, kendi çalışanlarına hızmet veren büyük bir özel hastanesi vardı. Tabi ki, işçi ve işveren katkıları ile çalışıyordu. Ulaşım işçileri ve öğretmenler sendikalarına ait de, iki özel hastane vardı. Yanı sıra, çok sayıda dini ve hayırsever kuruluş da, sağlık alanında kurum işletiyordu. Küba’ da farklı toplulukların kendi sağlık programları da söz konusuydu. İspanyol sömürgecilerin 19. yüzyılda kendileri ve aileleri için kurdukları bu sistemin yanında, Avusturyalılar ve Galiçyalılar’ a ait programlar vardı. Sonuçta, devrim öncesi Küba’ da, küçük sayıda varlıklı kesimin, tümüyle özel hekim ve hastanelerden sağlık hizmeti aldığı; nüfusun yaklaşık yüzde 10’ unu oluşturan orta sınıf ve vasıflı işçilerin topluluk örgütlenmesi şeklindeki sağlık örgütlenmesinden yararlandığı; köylülerin ve kent proletaryasının ise yetersiz personel ve altyapısı olan hükümete ait hastane ve sağlık kurumlarından hizmet aldığı bir tablo vardı.
1959 Ocak ayında, iktidarı alan Fidel Castro ve arkadaşları, tüm alanlarda olduğu gibi, sağlıkta da bir yeni rüzgar estirmeye niyetliydiler.
İlk adım, “Halk Sağlığı Bakanlığı”ydı! İlk altı ayda çok küçük değişikliklerin yapıldığı sağlık alanında, ilk değişim, bir gerilla liderinin(aynı zamanda genç bir ortopedist) Sağlığı Bakanı olmasıydı: Dr. Martinez Pais. sağlık alanından çok, gerilla savaşına ilişkin birikimi olan bir savaşçıydı.
ABD ambargosunun, hemen devrim sonrası gündeme gelmesi ile eş zamanlı olarak, sağlık alanında sosyalist bir yönelime giren Küba, ilk olarak Sağlık ve Sosyal Refah Bakanlığı’ nın merkezi düzeyde yeniden organizasyonuna başladı. 1961 ‘de adı Halk Sağlığı Bakanlığı olarak değiştirilen (MINSAP) bakanlık, tıp eğitimi, hastane ve poliklinikler, ilaç üretimi ve tıbbi donanım, hijyen ve epidemiyoloji, planlama ve finansman olmak üzere beş bakan yardımcılığına bölündü. Yine altı eyaletin her birine, doğrudan bakana bağlı sağlık müdürü atandı. MINSAP’ ın işlevleri 15 maddede özetlendi: koruyucu ye tedavi edici sağlık hizmetlerinin tüm nüfusa yaygınlaştırılması; ana ve çocuk sağlığı hizmetlerine önem verilmesi; erişkinler arasında sağlığın geliştirilmesi; kültür-fizik ve sporda tıbbi kılavuzluk; kır ve kentte çevre sağlığının iyileştirilmesi; işçi sağlığının korunması; hastalıkların kontrolü; besin ve ilaç kontrolü; sağlık istatistikleri; sağlık eğitimi; hastane yapımı ve izlenmesi; gelişen bilimi sağlık hizmetlerine uyarlanması; araştırma; ulusal ilaç üretimi. Bu hedefleri gerçekleştirmek için, ulusal planlama içinde sağlığın planlanması, tüm sağlık etkinliklerinin tek bir yerde birleştirilmesi, koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin entegrasyonu, standartların merkezileşmesi ve icranın yerelleştirilmesi, tüm etkinliklerin kolektif yönetimi, sağlık görevlerine halkın katılımı, çalışma için bilimsel bir temel, tüm toprakların sağlık hizmeti kapsamına alınması, uluslararası işbirliği
Devrimden önce, Küba’da sadece bir tıp fakültesi vardı. Öğretim üyelerinin hemen hepsi, özel bir sağlık kuruluşu sahibiydi. Devrimden sonra, öğretim üyelerinin % 90’ı, hekimlerin de yaklaşık yarısı, ülkeyi terketmişti. Genellikle tüm toplumsal dönüşüm ve devrimlerde olduğu gibi, hekimler Küba’da da ayrıcalıkları tehlikeye gireceği gerekçesi ile ülkeyi terk etmişlerdi. Çoğunun Batista rejimi ile ilişkileri iyiydi; çoğu, önemli ölçüde toprak sahibi ya da sanayi kuruluşuna ortaktı; özel hastalardan aldıkları paralarla önemli gelir elde etmişlerdi; nitelikleri itibarıyla başka ülkelerde, özellikle ABD’ de iş bulma olanakları yüksekti; küçük burjuva mantıkları ile, Küba Devrimi’ ni gelecekleri için bir tehlike olarak görüyorlardı. Bu nedenler, Küba’ lı hekimlerin, devrimden sonra kaçmalarının gerekçeleri oldu. Hekim açığını kapatmak için, 1 962’de ikinci bir tıp fakültesi açılırken, 1966 ve 1 968’de de iki fakülte daha açıldı. 1980’ İi yıllarda, artık, yılda 2000 hekim yetişiyordu. Bu arada, yaklaşık % 7-8 oranında yabancı ülkeden gelen hekim vardı.
Altı yıllık tıp eğitiminin, bir yılı hastanede intern’ lük şeklindeyken, diğer ülkelerdeki tıp eğitiminden farklı olarak, 11 temel ilkeye sahiptir: temel olarak Marksizm-Leninizm öğretileri, dogmatizm ve pragmatizme karşı bilimsel düşünce, teori ve pratiğin kaynaştırılması, temel ve klinik bilimlerin birliği, sağlık ve hastalıkta psikolojik etmenlerin yeniden tanımlanması, insani ve sosyal bir tıp konsepti, tıp eğitimi içinde üretken el emeğinin hesaba katılması, sosyalist ekip çalışmasının oluşturulması ve burjuva bireyciliğinin yok edilmesi, tıp eğitiminin bir parçası olarak geniş bir kültürel eğitim, korumaya öncelik, ulusal sağlık hizmetlerinin yönetsel yapısına uyum. Mezun olduklarında Küba yemini de eden hekimler, 3 yıl kırsal bir bölgede zorunlu hizmet yapmaktaydı. Devrim öncesi, kırsal yörelerde hiç hastane yokken, 20 yılda 57 hastane açıldı.
1980’li yılların başında yaşanan bazı olumsuzluklar, ilk kez sağlık alanında sıkıntıların yaşanmasına ve de eleştirilmesine yol açtı. Bizzat Castro’nun kendisi, sağlık alanındaki olumsuzlukları eleştirerek, “sosyalizmde toplumsal kalkınma olmadan, ekonomik kalkınma olmaz” ilkesini hatırlatmıştır. Bu bağlamda, ilke olarak, ekonomik sıkıntıları sosyal alanlara yansıtmamayı sürdürmeye çalışan Küba, “sağlık, devrimin bir önceliğidir” ve “sağlık ve eğitim, devrimin en önemli edinimidir” yaklaşımını korumaya özen göstermiştir

Yok artık daha neler...

Google, Body Browser uygulamasıyla insanı, vücudunda dolaştıracak

Google’ın çığır açıcı son icadı bir vücut tarama programı. Ürün, Google Earth’ün insan vücuduna uyarlanmış versiyonu olarak tasarlanmış. Nasıl Google Earth’te posta kodu bile girseniz o noktaya gidebiliyordu, bu programda da hangi vücut parçasını yazarsanız kendinizi vücudun o noktasında buluyorsunuz.
Body Browser, insan vücudunun 3 boyutlu ve detaylı bir modeli. Kullanıcılar, vücudun anatomik katmanlarını teker teker soyabiliyor, mesafe ayarı yapabiliyor ve ilgisini çeken alanlara odaklanabiliyor. Belirli bir iç organ, kemik veya kas yapısına tıklayarak bilgi edinmek de mümkün.

Damardan gezinti

3 boyutlu görüntüleme
Programla ilgili sorunlardan biri, 3 boyutlu görüntü sistemini kaldırması için WebGL teknolojisi kullanıyor olması. İnternet tarayıcıları için hayli yeni olan bu teknoloji, sadece Google Chrome’un ve Firefox’un beta (deneme) sürümleri tarafından destekleniyor. Bu sürümler http://bodybrowser.googlelabs.com’dan yüklenebiliyor. Uzmanlar Google Body Browser’ın şu an yayımlanan test sayfalarındaki hatalar ayıklandığında önemli ve çok işlevsel bir program olacağını söylüyor. 
Google'a böyle konularda yatırım yaptığı için büyük bir alkış ve tebrik.. Süper inovatif.. Google is the innovation GOD :) 

18 Aralık 2010 Cumartesi

Takım Olma..


“Yaşam da, tıpkı futbol gibi, bir takım oyunudur.” Joe Namath

Bilgi çağında kurumlar, her çalışanının beyin gücünden faydalanmak zorunda. Motivasyon, sahiplenme ve katılım olmaksızın insanların beyin gücünden faydalanmak ise çok güç. Başarılı kurumlar zihinsel katılımı artırmak için hiyerarşik yapılar yerine takımlar şeklinde çalışma yöntemiyle örgütleniyorlar. Peki, bir grup insanın başarılı bir takım olması nasıl sağlanabilir?

Başarılı bir takım olmak için öncelikle tüm takım elemanları arasında bir hedef birliği sağlanmalıdır. Bu hedefin farklılık yaratacak kadar ulaşılması güç, ancak takımın ulaşabileceğine inanacağı kadar gerçekçi bir hülya olması takım motivasyonunu sağlamak için en önemli önceliktir. Hedef birliğinin sağlanması için özellikle takımın kurulması aşamasında yoğun bir iletişim gereksinimi olduğu unutulmamalı ve bu süreç için uygun bir zaman ayrılmalıdır. Hedefin belirlenmesi ve özellikle netleştirilmesi aşamasının takım tarafından gerçekleştirilmesi, hedefin benimsenmesine önemli katkıda bulunur.

Belirlenen ortak hedefe ulaşmada ara istasyonlar için performans göstergelerinin belirlenmesi ve tüm takım elemanları tarafından takip edilmesi sadece sonuca ulaşmak için değil, aynı zamanda takım oluşturmak için de gereklidir. Ara hedeflere ulaşıldığında takım olarak kutlama fırsatlarının değerlendirilmesi de takım oluşturma sürecinde gerekli bir adımdır.

Takımların başarılı olmaları için ortak eğitim sürecine de özel önem verilmelidir: gerek planlama açısından, gerekse kaynak ayırma açısından. Eğitim planlamasında iki farklı hedef vardır:
(1) hedefe ulaşmak için gerekli yetkinliklerin kazandırılması ve
(2) takım olarak çalışma yetkinliklerinin geliştirilmesi. Bunlardan birinci hedef için planlanacak eğitimler takım hedefine bağlı olduğundan her takım için farklı olabilir. Ancak, ikinci hedef açısından iletişim, problem çözme teknikleri gibi eğitimler, her takımın gelişmesine yardımcı olur.

Takımlara verilen yetkiler zaman içerisinde, takım performansı iyileştikçe artırılmalıdır. Performansla birlikte artan yetkiler takımın kendine güvenini ve yaratıcılığını da artırır.

Ancak takımların da diğer takımlarla karşılıklı bağımlılık içinde olduğu bilinciyle hareket etme gereği vardır. Yetkilendirme sürecinin uç noktasını belirleyen “kendi kendini yöneten” takımlar bile kurum hedefleri açısından bağımlılık içindedirler.

Kurumsal teşvik sistemleri de takım performansını artırıcı şekilde yapılandırılmalıdır. Bu açıdan takım ödüllerinin ağırlığı kişisel ödüllere göre daha fazla olmalıdır. Kişilerin farklı takımlarda farklı roller alabilmelerini teşvik etmek için kişisel ödüllendirmede ağırlık yetkinliklerin geliştirilmesine verilmelidir.

Takımın bilgi sistemlerinin tüm takım elemanlarının bilgi paylaşımına destek olması hem birarada çalışan, hem de sanal takımlar için vazgeçilmez bir önceliktir. İletişim takım ruhunu geliştirmenin en önemli aracıdır.

Kurum kültürünün takım çalışmasını ve şeffaf iletişimi destekleyici olmasının sağlanması da başarılı takımların oluşumuna yardımcı olur. Her takım elemanının takımın başarısı için özdisiplin sahibi olması ve bu davranış biçiminin teşvik edilmesi hem takım, hem de kurum tarafından takip edilmelidir.

Takımların başarılarının kalıcı olması için planlı değişim gereklidir. Takım içindeki sorumlulukların zaman içinde değiştirilmesi, hatta takımın yeni elemanlarla zenginleştirilmesi takım performansını artırır. Takımların yeniliklerin getirdiği heyecanı kaybetmemesi motivasyon için en önemli araçlardandır.

Bilgi çağında kurumların performansını takımların performansı belirliyor. Başarılı takımlar oluşturmak ise planlı bir yaklaşım ve disiplinli bir uygulama ile gerçekleştirilebiliyor.

Dr. Yılmaz Argüden
Sabah Gazetesi İşte İnsan Eki - 05.11.2000

Agac Evde Yasamak..



Internet üzerinde gezinirken dünyada aslında uzun süredir gündemde olan bir konsept ile ilgili küçük ve doğaya uygun evlerde yaşamak hakkında bir yazıya rastladım. Bunu anti-McMansion olarak adlandırmışlar, büyük yaşamanın tersi. 

Bu küçük evlerin yapımında kullanılan malzeme, mimari ve üç boyutlu düşünce ile birleştirilen inovatif bir yaklaşım özellikle öne çıkıyor. Tekerlekli olan bu evler, kentleşme konusunda bayağı tartışma yaratacak gibi görünüyor, çünkü bu konuda getirilen kısıtlamaları aşmak için birebir çözüm..

Ayrıca oldukça düşük maliyetli olarak üretilen bu evler, kapladığı küçük alan ile gerçekten iyi bir alternatif oluşturuyor. 

Bu evin içerisinde bir adet mutfak, oturma odası, banyo, tuvalet ve yatak odasından oluşuyor, ve bunlarun hepsi 10 metrekare içerisinde yer alıyor.. 

Denemeye değer gibi görünüyor..




Hans Rosling's 200 Countries, 200 Years, 4 Minutes - The Joy of Stats - ...



Toplumların zenginlik ve sağlıklarının aslında tarihsel süreçten bakıldığı zaman paralellik göstermediğini anlatan harika bir video..

6 Aralık 2010 Pazartesi

Deniz Dünyası, Estergon ve Samsa Üzerine..



Bir iki hafta önce gazetede gördüğüm bir haber üzerine Ankara Keçiören'de açıldığını öğrendiğim "Deniz Dünyası"na havanın da güzelliğini gördükten sonra çocukları da alıp gitmeyi kafaya koydum.

Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra çocuklara da verdiğim sözü tutmanın rahatlığı içerisinde Keçiören'e doğru yola çıktık. Yollar Pazar günü öğle saatlerinde oldukça tenha idi. Deniz Dünyası'na geldiğimizde çocukların heyecanı iyice artmıştı. İçeriye girerken Yetişkin 3 TL, 6 yaş üzeri çocuk 1 TL ve 6 yaştan küçük çocukların ücretsiz olduğunu öğrendik. Hatta kapıdaki görevlinin benim çocuklara baktıktan sonra onlara ücretsiz olduğunu söylemesi ve fazladan verdiğim 2 TL'yi iade etmesi de güzel bir davranıştı.

Türkiye'nin ikinci büyük akvaryumuna sahip olan Deniz Dünyası'nda Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Hazar Denizi ile Türkiye'nin nehir ve göllerinden toplanan 5 binin üzerinde balık bulunuyor.
Ahtapot, aslan balığı, mersin balığı, soytarı balığı, arapaima gigas ve ciklet gibi balık türlerinin sergilendiği akvaryumu gezmeye gelenler, bazı balıklara dokunabilecek, hatta elleriyle besleyebiliyorlar.
Paramızı verdikten sonra içeriye girdik ve dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş olan balıkları incelemeye başladık. İçeriye ilk girildiğinde verilen izlenim oldukça iyi idi.



Devasa akvaryumlar içerisinde yer alan bir sürü fantastik renkli balıkları birlikte izlemeye başladık. Özellikle bazı balıklar büyüklerin de oldukça ilgisini çekiyordu. Tünel akvaryuma girdiğimizde ise üzerimizden geçen vatozların uçar gibi yaptıkları hareketlere hayretler içerisinde bakakaldık.




Tünel akvaryum içerisinde cama yaklaştığımızda başımızın dönmesi ve ne de olsa bir miktar basınç yememiz insanı tuhaf bir duyguya yönlendiriyor. İkinci galeride hayatımda gördüğüm en büyük piranhaları gördüm. Ağızlarını açıp kapadığında bugüne kadar seyretmiş olduğum canavar balık filmlerini hatırladım.


3. salonda ise yağmur ormanı görüntüsü verilmiş bir salon vardı. Burada kütükten masalar, güzel bir havalandırma ile birlikte gerçekten bir ormanın içerisinde olduğumuzu zanettik. Daha küçük akvaryumlarda ise yengeç, denizyıldızı gibi daha küçük deniz canlılarını görmek mümkündü.



Dışarıya çıktığımızda ise çocukların ısrarı üzerine hiç istemesem de onlara pamuk şeker aldım. Saatin daha erken olmasından dolayı biraz daha gezebilirdik. Uzun süredir gitmek istediğim Estergon Kalesindeki müzeye gitmek hem yakınlık hem de ilginçlik açısından daha faydalı olacaktı.

Keçiören'deki şelaleri izleyerek oldukça heybetli görülen Estergon Kalesine ulaştık.


Müzenin kapısından girdiğinizde karşınıza oldukça heybetli bir şadırvan ve çini-vitray karışımı süslemeler geliyor. Her iki tarafta bulunan merdivenler ile yukarıya müze kısmına çıkılabilir. Girişte yazılan kat planlarına göre bazı kısımlar kapalı ve hatta nasıl çıkılacağı belli değildi. Bunda asansörün çalışmamasının da etkisi vardı.


Neyse müze kısmına merdivenlerden çıkarak vardığımızda özellikle Ankara Etnografya Müzesine benzer bir görüntü ile karşılaştık. Olukça güzel dizayn edilmiş olan Türk Kültürüne ait sahneler mankenler ile canlandırılmıştı. Buna örnek olarak Hamam, Sünnet, Kına Gecesi, Oturma Odası verilebilir.

Tabi eski bir Ankaralı olarak Ankara Seymenleri ve macunu bitmiş olan macuncuyu da saymam gerekiyor. Çocukların oldukça ilgisini çeken bu sahnelerin yanısıra çok sayıda eski eşya da müzedeki yerini almış. Özellikle savaş aletleri ilginçti diyebilirim.

1400'lü yıllarda yazılmış olan Kuran-ı Kerim'in 17 senede yazılmış olduğunu öğrenmek ise eski çağlarda yazı sanatının ne kadar sabır isteyen bir iş olduğunu bana yeniden öğretti. Biz şimdi bazı raporlar için bir iki gün bekleyemiyorken senelerce aynı konu üzerinde çalışmak, yaptığın hatanın geri dönüşünün olmaması ve belki defalarca ayn ı işlemi gerçekleştirmek oldukça zor olsa gerek.

Müzeden çıktığımızda yeniden aşağı kata indik, burada Kastamonu, Ankara gibi illerden getirtilmiş olan eski işlemeli kapı örneklerini detaylı olarak inceledik. Bu kapıların çoğunluğu cami kapısı olarak yapılmış ve Ahiler tarafından işlenerek bulundukları yerlere nakledilmiş. Üzerlerinde bulunan işlemelerin hepsi gerçekten birer sanat harikasıydı.

Ben kapıların güzelliğini düşünürken çocukların da karınlarının acıkması neticesinde birşeyler atıştıracak bir yer bulma umuduyla merdivenlerden yukarıya doğru çıktık.

Değişik lokasyonlarda Özbek, Kırgız Kazak lokantalarını görünce gerçekten şaşırdım. Normal şartlarda dışarıda bulamayacağımız farklı lezzetlerin burada karşımıza çıkması açıkcası beni fazlasıyla şaşırttı. Özbek yemeği yemeye karar verdik. Karşımıza gelen menüde aslında hiçbir yemeği bilmediğimizi farkettik. Benim klasik olarak yapmış olduğum çeşitli yemekleri tadabilmek isteği burada da kendisini gösterdi ve karışık bir tabak söyledim.
Mekan hakkında daha detaylı bilgi için aşağıdaki link aracılığı ile facebook sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

http://www.facebook.com/group.php?gid=55659627667#!/group.php?gid=55659627667&v=photos

Yemeklerimizi yiyip, özellikle özbek pilavını, samsa ve özbek mantısını tattıktan sonra üzerine hakikaten Özbekistandan getirmiş oldukları çay ile demledikleri muhteşem çayı içemeden ayrılmak beni biraz üzdü.
 
Ama genel olarak oldukça güzel izlenimler ile mekandan yeniden gelmek ve bu sefer daha farklı kültürlere ait yemekleri denemek üzere ayrıldık Bir sonraki hedef Kırgız mutfağı...

Kullanıcı Arayüzü Tasarımı

Kullanıcı Arayüz tasarımı bilgisayar kullanımında etkin kullanım için çok önemli bir konudur. Bu önemli konu ile ilgili olarak internet üzerinde gezinirken rastlamış olduğum bir sunumu paylaşmak istiyorum.