6 Ekim 2009 Salı

Garcia'ya Mektup

Elbert Hubbart’ın Garcia’ya Mektup adlı yaklaşık yüz sene önce yazılmış makalesi tarihin en fazla okunan makalesi olma özelliğini taşır. Milyonlarca kopyası çıkartılmış, bakanlara, cephelerdeki askerlere, devlet memurlarına dağıtılmış bu makaleyi ve makalenin kendisi kadar etkileyici olan yayılma öyküsünü sizlerle paylaşmak istedim.

Yeryüzünde birçok şairin, yazarın şiirleri, öyküleri, romanları, yabancı dillere çevrilmiş, kendi ülkesi dışında da yayımlanmıştır ama… Galiba yalnızca bir gazetecinin, bir “gazete köşe yazısı” birçok yabancı dillere çevrilmiş ve kendi ülkesi dışında birçok ülkede de yayımlanmıştır. O gazetecinin adi, Elbert Hubbart, o köşe yazısının başlığı ise “Garcia’ya Mektup” tur. Elbert Hubbart’in bu yazısının, yüz yıl boyunca çeşitli ülkelerde yapılan baskısı, yüz milyon adedi aşmıştır.

Tüm meslektaşlarına örnek oluşturacak bir olgunluk düzeyindeki bu Amerikalı gazetecinin, “Philistine” adlı aylık bir derginin 1899 Şubat sayısında yayımlanan bu yazısı, hiçbir olağanüstü özelliği olmayan, sıradan bir çavuşun görev sorumluluğunun öyküsüdür.

Hubbart’in “Garcia’ya Mektup”undan etkilenen ilk kişi, New York Merkez Demiryolu İşletmesi yöneticilerinden George Deniels oldu. Bu yönetici, “Philistine” dergisindeki yazıyı Genel Yönetmeni’ne okuduktan sonra ondan, bu yazıyı çoğaltıp tüm demiryolu çalışanlarına dağıtmak için izin istedi.

George Daniels istediği izni aldıktan sonra “Garcia’ya Mektup”u beş yüz bin adet bastırdı ve “Bu çavuşu örnek alınız” ön yazısıyla işletmenin tüm çalışanlarına dağıttı.

“Garcia’ya Mektup”un varlığı, kısa bir süre sonra Rus Demiryolları Genel Yönetmeni Prens Hilakoff’un kulağına ulaştı. New York Merkez Demiryolu İşletmesi çalışanlarından birinden sağlanan “mektup”un bir kopyasını okuduktan sonra Prens Hilakoff, bunun Rusça’ya çevrilmesini ve Rus Demiryolu Şirketi’nin tüm çalışanlarına dağıtılmasını emretti.“Garcia’ya Mektup”, demiryolu işçilerinden, Rus Ordusu mensuplarının eline geçti. Erler arasında elden ele dolasan mektubu Ordu Komutanları okuyunca, mektubun “resmileştirilmesine” ve tüm ordu mensuplarına dağıtılmasına karar verdiler.

Japonlarla başlayan savaş için cepheye giden Rus askerlerin tümünün üniformalarının ceplerinde “Garcia’ya Mektup”un bir kopyası bulunuyordu.

Japonlar, savaşta tutsak aldıkları Rus askerlerin tümünün ceplerinden çıkan “Garcia’ya Mektup”u görünce bunu ciddi bir incelemeden geçirdiler. “Mektup” Japoncaya çevrildi ve bunun, “Tutsak alınan tüm Rus askerlerin ceplerinde bulunduğu” haberiyle birlikte Japon İmparatoru’na sunuldu. “Mektup”tan imparator da etkilendi ve birer kopyasının Japon Hükümetinin tüm üyelerine dağıtılmasını emretti. Tüm Japon Bakanlar, “Garcia’ya Mektup”u çoğaltıp, kendi bakanlık örgütünde görevli tüm çalışanlara gönderdiler.

ABD Deniz Kuvvetleri mensuplarına 1913′de dağıtılan mektubun özel olarak çoğaltılmış kopyaları ise, Birinci Dünya Savaşına katılan askerlerin önemli bir bölümünün ceplerinde bulunuyordu. Dergide yayımlandığının on dördüncü yılında “Garcia’ya Mektup”un “resmi olarak çoğaltılan” baskısı, kırk milyona ulaşmıştı.


Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya arasındaki savaşın bir aşamasında ABD Başkanı, çok acele olarak Küba’daki isyancıların önderi Garcia’ya bir haber göndermek istedi. Garcia, hangisinde olduğu bilinmeyen Küba dağlarından birinde ve nerede oldukları bilinmeyen onlarca sığınaktan birinde saklanıyordu. Kendisine posta ya da telgraf yoluyla ulaşabilmek olanaksızdı.
ABD Başkanı’nın ona, ne denli önemli bir haber göndermek istediğini bilen çevresindekiler, Garcia’ya bir haberin, ancak elden götürülebilecek bir mektupla ulaştırılabileceğini bildirmek zorunda kaldılar. Başkanın çaresiz bakışları karşısında yanıt, çevresindeki subaylardan birinden geldi.‘Benim birliğimde, Rowan adında bir çavuş vardır’ dedi. Kimsenin nerede olduğunu bilmediği Garcia’yi o bulabilir ve mektubunuzu kendisine ulaştırabilir.

Bu yanıta Başkan’ın aklı pek yatmamıştı ama, ortada yapılabilecek başka bir şey yoktu. Rowan çağrıldı. Kendisine, Garcia’ya gönderilecek mektup uzatıldı ve… ‘Bunu, Garcia’ya teslim edeceksin’ denildi.Rowan mektubu aldı, üniformasının yanındaki deri kesenin içine koydu, kesenin ağzını sıkıca büzdükten sonra, göğsünün üzerine kayışla bağladı. Önce Başkan’a selam verdi, sonra komutanlara, en sonra da kendi komutanına selam verdi, dışarı çıktı.
Rowan, yola çıktıktan tam dört gün sonra, gecenin karanlığından da yararlanarak, üstü açık bir kayıkla Küba sahilinin açıklarına vardı. Küba’nın, balta girmemiş ormanlarına dalıp, gözden kaybolduktan üç hafta sonra, adanın öteki yakasında ortaya çıktı. Ülkesinin düşmanı bir ülkeyi, yürüyerek bir uçtan öteki uca geçti ve Garcia’ya, mektubunu teslim etti.

Burada size Rowan’in, Garcia’ya mektubu götürebilmek için ne zorluklar atlattığını, ne tehlikeler geçirdiğini anlatacak değilim. Onun, ne denli kahraman bir asker olduğunu da anlatacak değilim. Yalnızca bir noktayı, hem de çok gereksinim duyduğumuz bir noktayı, iyice belirtmek için yazıyorum size tüm bunları.

ABD Başkanı’nın makam odasındaki olayı, ana çizgileriyle bir kez daha gözden geçirelim:
ABD Başkanı Mckinley, Garcia’ya teslim edilmek üzere Rowan’a bir mektup verdi. Ona yalnızca, ‘Bu mektubu Garcia’ya teslim ediniz’ dedi. Rowan mektubu aldı, göğsüne bağladı, selamını verdi ve odadan çıktı.

Lütfen dikkat ediniz: Rowan, ‘Garcia nerede?’ diye bir soru sormadı. ‘Garcia kim?’ diye bir soru da sormadı. Yaptığı tek şey, kendisine verilen görevi almak oldu. Zaten kendisinden beklenen, onun da yapması gereken buydu.

Rowan, ülkesindeki her okula heykeli dikilebilecek ve yetişen tüm kuşaklara örnek olarak tanıtılabilecek bir ‘ölümsüz kahraman’dır. Fakat bugünün gençleri onun kahramanlığından çok, başka bir özelliğini örnek almak zorundadırlar. Rowan’in örnek alınması gereken özelliği, verilen görevi sadakatle kabullenmek, o görevi yerine getirebilmek için hemen harekete geçmek ve görevi eksiksiz tamamlayabilmek için tüm enerjilerini bir noktada toplamak disiplinidir.Özetle, Garcia’ya gönderilecek mektubu almak, hemen götürmek için yola çıkmak ve mektubu Garcia’ya teslim ederek görevi kendinden beklenildiği güven düzeyinde tamamlamak sorumluluğu ve terbiyesidir.

General Garcia simdi yaşamıyor, fakat yeryüzünde başka Garcia’lar var. Ve o Garcia’lara gönderilecek başka mektuplar var. Çevremize baktığımızda ise, genellikle güçsüz, isteksiz, gönülsüz ve umursamaz kişilerle karsılaşıyoruz.

Yönetici olarak görev yaptığınız iş yerinizde, varsayın ki altı yardımcınız var. Bunlardan birini çağırın ve kendisinden söyle bir istekte bulunun:

‘Lütfen benim için ansiklopediye bakıp, Corregio’nun yaşamına ilişkin özet bir bilgi hazırlayın.’ Yardımcınız size, ‘Peki, efendim’ deyip, bu görevi yapmaya hemen gidecek mi?
Boş yere umutlanmayın. Büyük bir olasılıkla böyle bir şey yapmayacak. Donuk bir ifadeyle yüzünüze bakacak ve size, şu sorulardan birini ya da birkaçını soracaktır:

-O kimdir?
-Hangi ansiklopedi’den bakayım?
-Fakat bu görev benim sorumluluk alanıma girmiyor ki, efendim…
-Bismarck’ın yaşam öyküsünü istemiyorsunuz, değil mi?
-Bunu benden daha kıdemli bir arkadaş yapsa daha iyi olmaz mı, efendim?
-Yaşamı hakkında bilgi istediğiniz bu kişi halen yaşıyor mu, yoksa ölmüş mü, efendim?
-Acelesi var mi, yoksa elimdeki işi bitirdikten sonra yapsam olur mu?
-Ben ansiklopediyi bulup getirsem olur mu, yoksa oradaki bilgiyi aynen kopya çekmemi mi istersiniz?
-Bu kişinin yaşamını niçin öğrenmek istiyorsunuz, efendim?
-Onun yaşam öyküsünde neyi vurgulamamı istersiniz?

Siz tüm bu soruları büyük bir sabırla yanıtlayıp, kendisinden bu bilgiyi niçin istediğinizi, onun bu bilgiyi nereden, nasıl bulacağını tane tane açıkladıktan sonra bile çalışma arkadaşınız, hiç kuşkum yok, kendi bölümüne gidecek ve kendi yardımcıları arasında ‘Garcia’ya Mektup’u götürecek bir kişiyi aramaya çalışacaktır.

Bir stenograf ilanı için başvuranların onda dokuzu, ne imla kurallarını, ne de noktalama işaretlerini kullanmayı bilir. Daha da kötüsü, başvuruda bulunduğu is için bunların ‘olmazsa olmaz’ kurallar olduğunu aklına bile getirmez. Böyle bir kişi, Garcia’ya mektup götürebilir mi?
Benim yüreğim, evde olduğu zaman da, işten uzakta olduğu zaman da işini yapan adamdan yanadır. Garcia’ya götürmesi için kendisine verilen mektubu alıp, cebine koyan, fakat aptalca sorular sormayan adamdan yanadır. Uygarlık, işte bu çaptaki kişiler için uzun ve biraz da sıkıntılı bir soruşturma dönemidir.

O her kentte, kasabada, köyde ve her büroda, mağazada ve fabrikada vardır. Dünya, işte bu çaptaki kişilerin sorumluluk bilinci ve iş terbiyeleriyle ayakta durabiliyor. Tüm insanlık, evrimini biraz daha, biraz daha hızlandırabilmek için, tüm gücüyle, işte bu bilinç ve bu terbiyedeki, bu çaptaki kişiler için haykırıyor:

‘Garcia’ya mektup götürecek kişilere gereksinimimiz var. Hem de en kısa sürede, her yerde ve her zaman…’

1 Ekim 2009 Perşembe

Çalışanlar Ne İster?

Bir organizasyonun amacı, insanların tek başlarına katiyen elde edemeyecekleri sonuçları, bir araya gelerek elde etmelerini sağlamaktır. (Drucker) Bu ancak insanların iyi ve güçlü özelliklerinin, bir lider tarafından ortaya çıkartılmasıyla mümkün olur. Şirketlerin var oluş nedeni insanların sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarmaktır.

Peki, sizin çalıştığınız ya da bildiğiniz şirketler bunu tam anlamıyla gerçekleştirebiliyor mu? Ne kadarını gerçekleştiriyor? Sizce bu şirketler, çalışanların en iyi özelliklerinden yararlanmasını biliyor mu?

Peki, ne yapılırsa çalışanların katkısını en üst noktaya çıkarmak mümkün olur? Ne yapılırsa çalışanlar gönüllü olarak kendilerini işe verirler?

Örneğin, Google’da çalışanlar mesainin ortasında yüzme havuzuna gidebiliyorlar. Evcil hayvanlarını işe getirebiliyorlar. Ofiste bilârdo ya da bilgisayar oyunu oynayabiliyorlar.
Google’un yaptıklarını, bugün her şirket kolaylıkla yapamaz elbette, ama Google bize sanayi sonrası toplumunda şirketlerinin nasıl olacağını gösteren canlı bir örnek.

Artık insanlar hiyerarşinin yüceltildiği ortamlarda çalışmak istemiyorlar. Sıcak, içten ilişkiler kurabilecekleri, pozitif ve yaratıcı ortamlarda çalışmak istiyorlar.

Yaratıcılıklarını katarak farklılık yaratabilecekleri, kendi kendilerinin patronu olabilecekleri ve işe olan katkılarını görerek, sonuç alabilecekleri çalışma ortamları istiyorlar.

İşin hoş tarafı ise sanayi sonrası toplumunda yeni nesil şirketlerin ihtiyacı olan çalışan profili de aynen bu özelliklere sahip insanlar. Yeni nesil şirketler; yaratıcı, inisiyatif alan, belirli bir alanda uzman olsa da çok farklı ilgi alanı olan (“T Shape people”), öğrenmeye açık, kendi içsel disipliniyle çalışan insanlara ihtiyaç duyuyor . Ancak bu tarz insanlar yaratıcı, yenilikçi fikirleri üretebiliyorlar.

Sanayi sonrası toplumunda yeni nesil şirketlerin; yaptıkları işe kendilerini tamamiyle verecek, işlerini en az özel hayatları kadar önemseyecek insanlara ihtiyacı var.

Maalesef Türkiye çalışanların mutluluğuyla öne çıkan bir ülke değil. İnsan kaynakları alanında faaliyet gösteren Kelly Services adlı araştırma şirketinin 28 ülkeyi kapsayan “Global İşgücü Endeksine” göre Türkiye, Rusya ve Macaristan’ın ardından çalışanların en mutsuz olduğu üçüncü ülke konumunda.

Bizim ülkemizdeki yaygın düşünceye göre, insanların işlerinde mutlu olmaları gerekmez. İş iştir, sevilmesi gerekmez! Oysa bu anlayışın tam tersini hayata geçiren ve inanılmaz başarılar elde eden örnekler hızla artıyor.

Geleneksel yönetim anlayışını alt üst eden ünlü Brezilyalı işadamı Ricardo Semler’in babasından batma noktasında devralarak, bir dizi inanılması güç yöntemle beş yıl içinde Brezilya Şirketler liginin zirvesine çıkardığı Semco, yeni nesil şirketlerin nasıl olacağını gösteren canlı bir örnek. Semco gibi şirketleri inceleyip, onlardan öğreneceğimiz çok şey var.

Semco’da işler nasıl yürür?

1-Resmi bir organizasyon şeması kullanılmaz. Organizasyon yapısı mutlaka resmedilmek istendiğinde, bu kurşun kalemle yapılır ve olabildiğince çabuk silinir.

2-Birileri işe alınır ya da terfi ettirilirken, o birimde çalışanlar, adaylarla görüşür ve onları değerlendirir. Çalışanların görüşleri mutlaka belirleyici olur.

3-Esnek çalışma saatleri geçerlidir. Bu saatlerin belirlenmesi ve kaydının tutulmasının sorumluluğu her çalışanın kendisine aittir. İnsanlar farklı hızda çalışırlar ve performansları gün içindeki saatlere bağlı olarak farklılık gösterir. Her çalışan, kendi arzusuna ve biyolojik saatine uygun mesaiyi kendisi düzenleyebilir.

4-Tüm çalışanlar, çalışma ortamlarını hoşlarına gittiği gibi düzenleyebilirler. Duvarları ya da araç-gereçleri boyamak, çiçekler koymak, çevredeki alanı süslemek onlara kalmıştır. Bu konuda hiçbir merkezi kural yoktur. Etraftaki alanlar çalışanların beğeni ve arzularına göre değiştirilebilir. Örneğin makine dairesinin duvarlarına grafiti, teknik servis duvarlarına alâkasız resimler çizilebilir. Depolar, üzerine resim yapılarak bir denizaltıya benzetilebilir.

5-Sendikalar, işçilerin kendilerini savunmalarının önemli bir aracıdır. İşçiler sendikalaşmakta özgürdür ve bağlantılı olanlara baskı yapılması kesinlikle yasaktır. Sendika ve yönetim arasında daima karşılıklı saygı ve diyalog olması için Semco kararlı bir çaba gösterir.

6-Temel felsefe yönetime katılım üzerine inşa edilmiştir. Çalışanların kabuğuna çekilmesi asla kabul görmez. Görüşlerini belirtmeleri, düşündüklerini daima söylemeleri istenir.

7-Herkese, yılda iki kez amirleri hakkında ne düşündüğü sorulur. Görüşlerin değerlendirilmesi aşamasında çok açık ve dürüst olmaları beklenir. Hiç kimsenin aklında soramadığı sorular kalmaz. Eğer liderin puanı üçüncü sefer de düşüyorsa görevine devam edemez.

8-Astlara baskı uygulamak, onların korku ve güvensizlik içinde çalışmalarına neden olacak yöntemler uygulamak, herhangi bir saygısızlık içeren davranışta bulunmak, yetkinin kabul edilemez biçimde kullanılması olarak değerlendirilir.

9-Çalışanların iş güvencesi vardır. Herhangi birisi ancak uzun bir onay dizisinden sonra işten çıkarılabilir. Bu uygulama, Semco’da kimsenin işten çıkartılmadığı anlamına gelmez, ama çalışanların iş güvencesini arttırır.

10-Kıyafetin ve görünümün önemi yoktur. Bir kişinin kıyafet ve görünümü, işe almada ya da terfide bir etmen değildir. Herkes, neyi giymekten hoşlandığını kendisi bilir. Çalışanların sağduyusuna güvenilir. Kurumsal kimliği temsil eden özel kıyafetler giymesi gereken personelin üniformalarının biçimine, rengine ve tarzına Genel Müdür değil o kıyafetleri giyecek olanlar karar verir. Onların da sağduyusuna ve zevkine güvenilir.

11-Bir kişinin özel hayatı ve özel sorunları kutsal olarak kabul edilir. İnsan kaynakları bölümü de, çalışanların özel yaşamlarını geliştirme konusunda ihtiyaç duyacakları her türlü yardımı ve desteği verir.

12-Beklenmeyen durumlarla karşılaşan işçiler şirkete borçlanabilir. Haliyle bir ev, bir araba satın almak ya da sıradan bir harcama yapmak için borç istenmesi bu politikaya dahil değildir. Ancak güç ve beklenmedik durumlarda, çalışanlar şirketten borç isteyebilir.

13-Çalışanlar, açık ve dürüst iletişim kurmak için çaba gösterirler. Herkes diğerinin söylediğine inanmak durumundadır. Şüphede olan kişi, hakkı olan şeffaflığı talep eder.

14-Bir ödüllendirme politikası yoktur. Semco’da düşüncelerin açıkça söylenmesi istenir, tüm
görüşler dikkate alınır. Buna karşın önerilerin ödüllendirilmesinin sağlıklı olduğuna inanılmaz. Şirketin iyiliği için öneride bulunmak, her çalışanın yapması gereken en doğal şeydir.

15-Herkesin yıllık tatilini kullanması zorunludur. Bu, çalışanların sağlığı ve işyerinin iyiliği açısından hayati derecede önemlidir. Hiçbir gerekçe, tatili geciktirmeyi haklı gösteremez.

16-Amaç büyük ve mutlu bir aile olmak değildir. Başarılı bir iş yeri olmak amaçlanır.

17-Çalışanların ücretlerini kendilerinin belirleyeceği bir sisteme geçmek için çaba gösterilir.
Şimdilik çalışanların 25%’i kendi ücretini belirliyor. (Cisco’da bu yıllardır yapılıyor)

18-Şirkette kimse toplantılara katılmak zorunda değildir. Eğer ilgilenmiyorsa katılmaz. Eğer bir raporun acelesi yoksa yazılmaz. Sabahlayarak yazılan ve sonra yöneticinin masasında bekleyen raporlar yoktur.

19-Semco’da çalışan herkes yetişkin bir insandır. Herhangi bir çalışana çocuk gibi davranıp ne zaman tatile gideceğini, ne giyeceğini, unvanının ne olacağını kimse söylemez. Mesela satın alma bölümünde çalışan birisi kartvizitine “tedarikten sorumlu kraliyet üyesi” ünvanını yazabilir. Şirket bunu hoşgörür. Şirket için önemli olan ünvan değil çalışanın işini sahiplenmesi ve iyi yapmasıdır.

Ricardo Semler, “Kimin kaç saat çalıştığını, ne giydiğini bilmek istemiyorum. İsterse sahilde çalışsın, nerede çalıştığı umurumda değil, önemli olan sonuca ulaşması.“ diyor.
Ricardo Semler’in babasıyla girdiği çatışma sonrası şirketlerin yönetimini devralması, Brezilya’nın yüksek enflasyon döneminde kendine özgü koşulları, Semco şirketlerinin bulundukları sektörlerdeki rekabet gücü gibi çok değişik faktör, Semco’nun kendine has koşullarını yaratmıştı. Ricardo Semler çareyi, henüz 21 yaşında yönetimi devraldığında üst yöneticilerin yaklaşık yüzde 60′ını işten çıkarıp, yukarıda anlattığım uygulamaları başlatmakta bulmuştu.

Sizin çalıştığınız ya da sahip olduğunuz şirketin kendi tarihsel koşulları elbette Ricardo Semler’inkilerden farklıdır. Hiç birimizin yukarıda okuduklarınızın hepsini birden yapmak gibi bir zorunluluk içinde olduğunu düşünmüyorum. Ama benim anlatmak istediğim, Ricardo Semler’in uygulamalarından öğreneceğimiz ve kendi işimize uygulayarak başarılı olacağımız derslerin olduğudur. Ricardo Semler yeni dönemin, yani sanayi sonrası toplumun simgesi olan bir liderdir. Düşüncelerini radikal bulabilirsiniz hatta bunlardan korkabilirsiniz, ama Ricardo Semler’in içinde bulunduğumuz “zamanın ruhunu” yansıttığını inkar edemezsiniz.
Ben, insanların mutlu olacakları bir iş ortamının bugünün şirketleri için bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Ayakta kalabilmek için yerine getirmeleri gereken bir zorunluluk.
Rekabetin hiç olmadığı kadar sertleştiği ve maliyet baskısının her gün arttığı koşullarda, inovatif bir şirket olabilmek için çalışanların mutlu olacakları ve kendilerini işlerine adayacakları ortamlar yaratmak mecburiyetindeyiz. Ancak mutlu olan insanlar yaptıkları işte yaratıcı olurlar.

Freud’e göre, mutlu bir hayatın sırrı “çalışmak ve sevmek”tir.

Freud’un bu görüşünü üniversite öğrenciliğim yıllarında ilk kez duyduğumda, insanın iş hayatında çalışıp üretmesi ve buna ek olarak sevip sevileceği bir özel hayata sahip olması durumda mutlu olacağı şeklinde yorumlamıştım. Yani çalışmak iş hayatına ait bir fiil; sevmek de özel hayata ait bir fiildi benim için. Uzun yıllar sevmek fiili ile çalışmak fiili yanyana gelmedi kafamın içinde.

Oysa bugün çok iyi biliyorum ki, gerçek anlamda çalışmak ve üretmek ancak sevmekle mümkün.

Kaynak : www.temelaksoy.com