19 Nisan 2010 Pazartesi

Montaign’e Göre Aşk…

Dünya edebiyatında ilk olma özelliği dolaysıyla Montaîgne’nın Denemeler’i önemli ve özel bir yere sahiptir. Montaigne, bu eserinde değinmediği konu kalmamıştır. Genelde insanı eksen alarak, birçok konuya değinmiştir. Montaigne’in denemeleri üzerinden asırlar geçtiği halde, güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Zira Montaigne, denemeleri iyi bir gözlem, büyük bir yaşam tecrübesiyle yazmıştır…

Hayatı kuşatan birçok şey üzerine kafa yoran sanatçı, “Aşk Üstüne” bölümünde şöyle yazar: “Aşk dediğimiz şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir, gibi geliyor bana. Venüs’ün bize verdiği şey nihayet bir boşalma hazzı değil mi? tıpkı tabiatın başka taraflarımızın boşalmasına kattığı haz gibi. Bu haz ölçüsüzlük yahut hayâsızlık yüzünden kötülük haline geliyor. Sokrates’e göre aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur.”Montaigne, bu ifadesiyle aşkın fiziki boyutu ve verdiği haz üzerinde durur.

Montaıgne, aşkı hazza indirgeyerek onu hayvani bir düzleme çeker. Hatta aşkı haz olarak ele aldığı için, şehvet dolaysıyla hayvanlarla özdeşleştirir. “Biz pekâlâ hayvanlar gibi yeriz, içeriz; ama bunlar ruhumuzun göreceği işlere engel olmaz, bu işte hayvanlara üstünlüğümüzü gösterebiliriz. İşte gel gelelim öteki iş bütün düşünceleri emri altına alır, amansız hışmıyla bizi, hem de seve seve, insanlığımızdan çıkarıp hayvanlaştırır. Başka her yerde az çok nazik olabilirsiniz; başka bir iş kibarlık kurallarına uydurulabilir, ama bu işin hayvanca ve gülünç olmayan şekli düşünülemez bile. Bir arayın da bulun bakalım bu iş bilgece ve edepli bir şekilde nasıl yapılabilir? Büyük İskender, herkes gibi bir ölümlü olduğunu bir bu işte, bir de uyumada anladığını söylermiş.”Görüldüğü gibi Montaigne, aşkı tamamen şehvet anlamında ele almakta, şehvetin insanı hayvanlaştırdığı gibi aşkın boyutuyla insani olana ulaştırabileceğini söyler. Bütün bunlara rağmen, şehvet söz konusu olduğunda bilgelik ve kibarlıktan eser kalmadığının altını çizier.

Montaigne, aşkın doğal olduğunu ve tabiatın bizi bu arzuya doğru sürüklediğini anlatırken şöyle devam eder: “ Tabiat bir yandan bizi bu arzuya doğru sürer, gördüğü işlerin en soylusunu, en faydalı, en güzelini de ona bağlamıştır; bir yandan da bizi bırakır onu kötüleriz, ondan ayıp, günah diye utanır, kaçarız, perhizini sevap sayarız. Bizi yaratan işi hayvanlık saymaktan daha büyük hayvanlık mı olur? Türlü milletlerin dinlerinde vardıkları, kurban, mum yakma, oruç, adak gibi ortak taraflardan biri de cinsel arzunun köreltilmesidir. Onun bir cezalanması demek olan sünnet bir yana, bütün kanılar bu konuda birleşir. Hoş bir bakıma insan denilen bu budala varlığı yaratma işini ayıplamakta bu işe yarayan taraflarımızdan utanmakta pek de haksız değiliz ya… İnsanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye hep koşa koşa gideriz. İnsanı öldürmek için gün ışığında, geniş meydanlar ararız, ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz. İnsanı yaparken gizlenip utanıp utanmak bir ödev onu öldürmesini bilmekse birçok erdemleri içine alan bir şereftir. Biri günahtır öteki sevaptır.”

Montaigne, aşk üstüne bölümünde üzerinde durduğu şehvettir ve insanların şehvete hayvani bir eylem olarak bakmasını eleştirir ama kendisi de insanı hayvanla karşılaştırmaktan geri durmaz… İnsanlar doğum olayı gerçekleştirirken utanıp kaçmalarını, adam öldürürken ayan beyan yapmalarını yadırgarken, cinselliğin kapalı ortamlarda gerçekleşmesine pek anlam veremez. Daha doğrusu Montaigne, aşk üstüne yazdığı satırlarda, aşktan daha çok toplum veya dinlerin cinselliğe bakışını irdeler. Özellikle türlü milletlerin dini diye belirttiği şey İslam dinidir. Zira sünnet, kurban, oruç adak başta İslamiyet olmak üzere bozulmuş şekliyle Yahudilikte de vardır. Ama onun kastı özellikle İslamiyet’teki erkeğin sünnet olması, kurban kesme ve oruç tutmadır. Bunları anlamakta zorlanır Montaigne… Çünkü sünnet olma olayını cinsel arzunun köreltilmesi olarak anlar. Oysa İslam’daki erkeğin sünnet olma olayı, erkeğin cinsel arzunu köreltme değil daha keskinleştirmedir… Ortaçağ başta olmak üzere Hıristiyan dünyasında erkeklerin iğdiş edilmesi olayı oldukça yaygındır. Yine Hıristiyan keşişlerin kendilerini hadım ederek, bir nevi cinsel perhize girdikleri tarihi bir gerçektir. Montaing’in kendi dininden değil de başka milletlerin dininden örnek vermesi tartışmaya açık bir konudur. Montaigne göre aşk/cinsellik kendi içinde karmaşık bir olgudur. Bir yandan tabii/insani bir olaydır diğer yandan hayvani… Bu yüzden aşk/cinsellik üzerinden bir ikilem olarak anlatır. Aslında tabi olan bu duyguyla onun Hıristiyan bilinçaltı çatışır… Aşk üzerine söylediklerinde nerede durduğunu görmek mümkün değildir… Daha ilk satırında aşk hazza ve cinselliğe indirgeyerek konuyu farklı bir boyuta çeker. Bu yüzden onun aşk üzerine söyledikleri havada kalır… Doğru olan yaklaşımı ise bu tabii duygudan utanılmaması gerektiğini belirtmesidir…

Montaigne daha sonra “şu insan ne korkunç bir hayvan ki, kendi kendinden bu kadar iğreniyor, kendi zevklerini başının belası sayıyor” diyerek konuya yaklaşımını noktalar. Gerçekten insanı günah olarak gören Hıristiyanlıkta cinsellik insanı günaha götüren bir beladır. Montaigne, aklımızın her şeyi bozan aletin/cinselliğin peşine düştüğünü ve bu aletin öldürmeye kastettiği avın yine kendimiz olduğunu söyler… Böylece aşkın/şehvet/cinselliğin tehlikeli bir şey olduğunu belirtir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder