17 Kasım 2014 Pazartesi

Hasta ruhlular, ebedi yalakalar, cilalı muktedirler


Bernard Shaw, “Altın kural, altın kuralların var olmadığıdır” demiş. Siz öyle sanın. Bu hafta size önemli bir “altın kurallar” hizmetim olacak. “Zehirli insanları tanıma ve onlardan uzak kalmanın yolları”nı okuyacaksınız. Bu hizmeti, arasanız da ücretsiz olarak bulamazsınız. Hatta ücretli olarak da bulamazsınız. Anneniz, babanız, sevgiliniz, eşiniz, arkadaşlarınız ve hatta (varsa) psikoloğunuz, ne kadar ısrar etseniz de bu çokbilmişlik hizmetini veremez. Çünkü benim gibi paranoyak, 24 saat sağı solu gözetleyen, sosyal hayatı bile mesleğinin malzemesi olarak gören, laf ebeliği beynine ve ellerine vurmuş birini bulmanız gerekiyor. İşte, “kim bu zehirliler” ve “bunlardan nasıl uzak durulur” sorularının yanıtları.
İlk sırada “hasta ruhlular” var. Yanılgıya düşmeyin. Bunlar “ruh hastaları” değiller, yalnızca hasta ruhlular. Yani kimler? Sürekli hastalananlar... Görünürde bir şeyleri olmadığında bile vücutlarının bir tarafında mutlaka bir arıza vardır. Konuşma tarzları “ağlak”tır. Dokunsanız ağlayıp, kırılacaklardır. “Nasılsın”, dersiniz, gözlerini hafif kısıp, alt dudaklarını aşağı doğru sarkıtarak “ay hiç sorma...” diye başlarlar. “Nasılsın”, dediğinizde bunların en beylik ve en iğrenç yanıtı “iç güveysinden hallice”dir.
Kazara bunlara yakalanırsanız, hastalıklarının kronolojik geçmişinden tedavi yöntemlerine, en iyi-en kötü doktorlardan en iyi-en kötü hastanelere kadar pek çok şeyi öğrenebilirsiniz. Bunlar sürekli hastadır. Çünkü işlerinde ve özel hayatlarında mutlu değillerdir. İşlerinden ve hayatlarındaki çıkmazlardan kurtulamamanın verdiği çaresizlik önce ruhlarında, sonra da vücutlarında arızalara yol açar. Önemli bölümü sürekli nezledir, griptir, migrendir ya da anlamını doktorların bile çözemediği baş ağrıları vardır. Bazılarının da beli, sırtı ve ayakları ağırır.
Serge King’in “Hayal Mühendisliği” adlı kitabında, “sürekli düşünmenin ve duygusal birikimin” baş ve solunum yollarında, sorun yaşadığı bir işten, bir yerden, bir insandan, “sırtını dönüp, koşarak” gidememenin sırtta, belde ve ayaklarda ağrılara neden olduğu yazıyordu. Ne kadar doğru! “Hasta ruhlular”, kendilerine acıyarak bakan gözlerden ve onlar için üzülen bedenlerden hoşlanır. Böylece mutsuzluklarını bulaşıcı hastalık gibi yayarlar. Mutsuzluğun zincirleme olarak yayılmasından sadistçe zevk duyarlar. Farkına varırsınız ya da varmazsınız ama onlarla konuştuktan sonra verimliliğiniz düşer. Enerjiniz tükenir. Aynı iş yerinde çalışıyorsanız bunlardan kurtulamazsınız. Tek çare “minimum iletişim”dir. Aynı apartmanda oturuyorsanız mümkün mertebe, selam vermek ve apartman boşluğundaki havayı solumak dışındaki yakınlaşmalardan kaçının. Hayata küsmemeleri için “çoluğu çocuğu ve (varsa) evcil hayvanları” da onlardan uzak tutun.
İkinci sırada “ezeli ve ebedi yalakalar” var. Özellikle futbol maçlarının ardından gözünüze çarpar. Spiker teknik direktörle röportaj yaparken, sırıtkan suratlı kafalar sağdan soldan kadraja girmeye çalışırlar. Bir bölümü teknik direktöre “saldırarak” onu tebrik eder. Suratlarındaki ifade, ağız dolusu tükürük yese, “yarabbi şükür” diyecek dangalaklığa sahiptir. Bunlar çevrelerinde “güçlü” olduğuna inandıkları insanlardan sahiplenirler. Kocası general olduğu için kendisi komutan gibi hisseden kadınlar gibidirler. Hayatta hep kaybetmişlerdir ama kazanmak için uğraşmak yerine kazananlarla uğraşırlar.
Bunların en kahredici çeşitleri siyasi partilerde yaşar. Partinin yönetim kadrosunda olanları kadın-erkek demeden, her fırsatta sarılıp öperler. Yaşça büyük olanların ellerine kene gibi yapışırlar. Aslında ayaklarından öpmek isterler ama ah o ayakkabılar yok mudur. Partinin başkanı namaz kılacaksa ibriği tutarlar. Mümkün olsa seccade olmak isterler. Başkan parmaklarını şaklattığında koşup hizmet edebilecekleri mesafede dururlar. Başkan çağırdığında 100 metreyi yılın en iyi derecesiyle bitirirler. Her cümlelerinin başında ve sonunda “emriniz olur... efendim... başbakanım... bakanım... vekilim” türünden yalak kelimeler vardır.
İş hayatındaki versiyonlarında onları genel müdürün ya da yönetim kurulu üyelerinin yörüngesinde görürüz. Kendi fikirleri yoktur, olsa da söylemezler, genel müdür ne derse onaylarlar. Toplantı masasında asla genel müdürün karşısına gelebilecek bir yere oturmazlar. Sağını ya da solunu tercih ederler. En yakın arkadaşlarını bile satmaktan çekinmezler. Laf taşırlar, dedikodu yaparlar, hatalarını başkalarına yıkmak için her yolu denerler.
Mevcudiyetlerini nerede sürdürürlerse sürdürsünler, onları hafif sağa sola kayık kafaları, düğme ilikleme pozisyonunda duran elleri ve melul bakışlarından tanıyabilirsiniz. Yalakalar tehlikelidir, çünkü Türk halkı, dünya üzerinde övülmekten, pohpohlanmaktan, egolarının tatmin edilmesinden hoşlanan milletler arasında ilk üçe rahatça girer. Sakin bir gelecek ve mutlu yarınlar için onlardan da uzak durmaya bakın. “Minimum iletişim” ilkesinden uzaklaşmayın. Çünkü “gücün yörüngesinde” gezenler gücün yapacakları konusunda sizden çok daha fazla bilgi sahibidirler.
Üçüncü sırada “cilalı muktedirler” yer alıyor. Bilmeyenler için muktedir “iktidar sahibi” anlamına geliyor. Bunların iktidarı, bir teneke cilanın ömrü kadardır. Tenekenin bitmesiyle iktidarları da son bulur. İyi bir eğitim alırlar, kariyerlerine iyi yerlerde başlarlar. Entelektüel zekaları (IQ) yüksek, duygusal zekaları (EQ) düşüktür. Kendileri dışında hiç kimseyi sevmezler. Bu konuda dürüsttürler, çünkü, “o an ihtiyaç duydukları dışında” kimseyi de seviyor gibi görünmezler. İnsanları, zirveye çıkarken üzerine basıp, mümkün mertebe de ezecekleri merdiven basamakları olarak görürler. Çevrelerine mutlaka, itaatkar, çalışkan, zeki (akıllı değil) ama asla onlara rakip olamayacak insanları toplarlar. Bu insanları, gece gündüz onların başarısı için çalışırken seslerini de çıkarmayacak tiplerden seçmeye çalışırlar.
Kazara bir isyan çıkıp, basamaklardan biri ortamı terk etmeye kalkarsa taktik değiştirirler. Basamak, “o an gerekli olduğundan” geri dönmesi için tükürdüklerini yalamaktan asla çekinmezler. Çok çalışkan, zeki, mükemmeliyetçi ama bir o kadar da ihtiraslı, kibirli, ukala, saygısız, bencil ve insan sevgisinden yoksundurlar. Kariyer basamaklarında tırmandıkça yüz ifadeleri, kaşı, çenesi, elmacık kemikleri sivrileşen şeytan suretine döner. Onlardan daha alt kademede yer alan herkesi böcek gibi görmeye, mümkün mertebe ezmeye, böylece güçlerini katlamaya çalışırlar. Hedefe kitlenirler ve o hedefe ulaşmak için memlekette ne kadar yorgan varsa yakmaktan çekinmezler.
Özel hayatlarını, iş hayatlarındaki kariyer planının ayrılmaz bir parçası olarak görürler. Eşlerini, onlara statü sağlayacak ve kötü günlerini mevcut hayat standardının altında geçirmemelerini sağlayacak kişilerden seçerler. Kadın olanları alel acele bir de çocuk yapar. Böylece cilanın altındakinin ne olduğu anlaşıldığında ortaya çıkacak nahoş ihtimalleri ortadan kaldırır. Erkek olanları ise mutlaka yolun başındayken “iyi bir aile kızıyla” evlenir. Çünkü tepelerde, ancak evli erkekler “düzenli ve namuslu hayatın” temsilcisi olarak görülürler.
İş hayatlarında yakaladıkları başarı cila tenekesinin dibine gelindiğinde aniden tersine döner. Bir süre sonra onlardan nefret edenlerin sayısı, hala ne olduklarını anlamayanların sayısını katlar. Bu aşamada, eğer bir şirkette çalışıyorlarsa sağda solda şirket aleyhine atıp tutmaya başlarlar. İçerden bilgi sızdırırlar. Nefret-sevgi dengesi dışarıda da bozulduğu için yaptıkları muhalefet mutlaka şirkete ulaşır. Çünkü dışardakiler de, içerdekiler kadar onlardan nefret etmektedir. Cila tenekesi bittiğinde iktidar da sona ermiştir. İşten atılırlar, “dayanamadım, ayrıldım” derler. Mümkün mertebe arkalarında “şirket demirbaşı” bile bırakmazlar. Böylece onların yerine gelecek olanları “zor durumda bıracaklarını” falan düşünürler. Ayrılırken, gözü açılmadan yanlarına düşen, “merdiven basamaklarından” bir bölümünü yanlarında götürürler. Bu basamaklar henüz kariyerlerinin başında olan ve “kendi başlarına var olamayacaklarına inandırılan” kişilerden oluşur.
Aralarındaki ilişki profesyonellikten çok köle-sahip düzeni olarak açıklanabilir. Bu basamakların kullanım süresi bittiğinde ise onları bu kez “yakıp, küllerini savurarak” yok ederler.
“Cilalı muktedirler” iş hayatında her an karşınıza çıkacak tiplerdir. Onlardan korunmanın yegane yolu uzak, ama çok uzak durmaktır, gördüğünüzde kafanızı çevirmektir, tanımamazlıktan gelmektir, yaptıklarına ve söylediklerine gülüp geçmektir. Yoksa siz de o merdivenlerden biri olabilirsiniz ve yanmadan kurtulmayı başaracak kadar şanslı olmayabilirsiniz. Mine KILIÇ yenibir.com, 14 Temmuz 2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder